Nilüfer Mutlu Son Hizmeti – Masör Ece

Nilüfer Mutlu Son Hizmeti  – Masör Ece

Nilüfer Mutlu Son beni, okuldaki öteki dostlarına üstün tutardı. Fakat okul yaşamı, ona, bana olduğu kadar çekici gelmezdi. Ailesi, piyanosu, evi, tatil gezileri onun zamanını ve düşüncesini daha çok kapsardı. Onun kıymet ölçüleri içindeki yerimin ne işe yaradığını bilemezdim. Başlangıçta bu mevzunun üzerinde pek durmadım.

Fakat zamanla, aklımı kurcalamaya başladı bu sual: Zaza, benim hakkımda ne düşünüyordu? Benim ona beslediğim duygulan açığa vurmak, veya onun duygularını anlamaya çalışmak söz konusu değildi. Büyüklerin, çocuklarının yaşamlarını biçimlendirdikleri fikirlerden yararlanıp, bir iç özgürlük yaratmıştım kendime. Ben, duygularımda, düşlerimde, isteklerimde ve hatta belirli sözcükleri kullanışımda daha pervasız, daha bir deli fişektim. Fakat insanın, bir başkasıyla, alabildiğine içten, alabildiğine organik bir alışveriş kurabileceğini hiç sanmazdım. Kitaplarda, kişiler aşk ve nefretlerini açığa vururlar; en gizli, en derindeki duygularını süslü püslü sözlerle anlatırlar. Fakat gerçek yaşamda, ağdalı laflara, anlamlı sözcüklere, büyük laflara yer yoktur.

Nilüfer Mutlu Son yapılabileceklerle belirlenir. Eğer bir şey “yapılmıyorsa” , söylenmez de. Zaza’yla birbirimize yazdığımız mektuplardan daha klişeleşmiş, daha beylik sözler bulunabileceğini sanmıyorum.

Nilüfer Mutlu Son

Nilüfer Mutlu Son aramızdaki tek fark, Zaza’nın bu klişeleri ve beylik sözleri, benden daha zarif, daha ustaca kullanımıydı. Fakat ne o, ne ben, ikimizi de derinden etkileyen hiçbir şeyden söz etmezdik. Annelerimiz mektuplarımızı okurdu. Bu sansür, ruhlarımızı tüm açıklığıyla birbirimize açmamızı yeterince engelliyordu. Ama baş başa konuştuğumuz zaman bile, dile getirilmeyen, tanımı yapılmayan kurallara çatardık, ikimiz de, alçakgönüllülüğün sınırlan içinde kalmaya dikkat eder, ağzımıza geldiği gibi mevzuşmazdık. Çünkü, yüreğimizin derinliklerindeki duyguların açığa vurulmaması gerektiğine inanırdık.

Bu nedenle, dış görünüşlerden, bölük pörçük sözlerden anladığım kadarıyla yorumlara girişmek zorundaydım. Zaza’nın en minik bir övgüsü, beni luklere boğuyordu. Bol keseden harcadığı alaylı gülümsemeleri ise, içimi ezer, işkence benzer biçimde gelirdi bana. O çetin yıllarda, dostlığımızın bana verdiği mutluluk, acaba onun hoşuna gitmez miyim korkusuyla gölgeleniyordu. Bir yaz, tam tatilin ortasındayken, Zaza’nın alayları yüzünden, bin kere öldüm.

Bizimkilerle beraber Gimmel şelalelerine gitmiştik. Suların gümbür gümbür düşüşündeki, o artık beylikleşmiş güzelliğe, âdet yerini bulsun gibilerden ilgi göstermiştim. Mektuplarım, görünürdeki yaşantımın birer yansısı olduğu için, Zaza’ya köydeki mutlu anılarımı, köyün getirmiş olduğu eşsiz sevinci anlatmaktan titizlikle kaçınırdım. O yüzden topluca meydana getirdiğimız bu gezmelerden, şelalenin güzelliğinden söz etmeyi düşündüm. Yazış seçimimın titizliği, sığınmaya çalışmış olduğum süslü sözcükler, duygulanmın içten olmadığını en mutsuz bir biçimde vurguluyordu. Zaza, buna karşılık yazdığı mektupta, tatilde hazırlamamız için verilen kompozisyon ödevlerimden birini yanlışlıkla yollamış olduğumdan dem vurarak alay ediyordu benimle. Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Zaza’nın yazdığım beceriksiz sözlerden öte bir şeyle alay ettiğini seziyor; nereye gidersem gideyim, derslikın birincisi olma gölgesini de peşimden sürüklüyordum.